Hayallerim, Delorean ve Sen: Gravity

15 Ekim 2013

Gravity


Sinemada büyülenmeyi özlemişim. Ekranda gördüğünün zihinde koca koca ağır kapıları açmasını, kapının ardındaki harikulade güzelliklerle baş başa kalmayı özlemişim.

Alfonso Cuaròn’un Gravity’isi adından sıkça söz ettiriyor bu aralar. Gravity’de, uzayın korkutucu sonsuzluğunda ne kadar güzel dar mekan psikolojisi işlenir, gerilim film boyunca nasıl dağıtılır, en şık sahneler filme nasıl yedirilir ve türe göz kamaştıran bir saygı duruşu nasıl yapılır görüyoruz. Sinematograf Emmanuel Lubezki’nin eseri göz kamaştırıyor. Tabi ki özel efekt ekibine şapka çıkartmadan olmaz. Projenin ilk geliştirilme aşamasında teknolojinin filmi istenildiği gibi çekebilmek için yeterli olmadığına karar verilmiş. James Cameron – Cuaròn’un da yakın arkadaşıymış- Avatar ile sektörde yenilik rüzgarlarını estirmeye başlayınca, Gravity’nin yapımı başlamış.

Dağınık gitmemeli. En baştan alalım. Gravity, uzayda geçiyor. Uzayda,  dünyanın yörüngesinde geçen bir yaşam sınavı filmin konusu. Fragmana göz attığınızda göreceğiniz kadarından fazla yazmamaya dikkat etmeli. Sandra Bullock ve George Clooney başrollerde. Bullock’un filme ne kadar yakışacağı yönündeki şüphelerimi bir kenara bıraktım. Aktris, rolünün üstesinden başarıyla gelmiş. Hem fiziksel hem duygusal olarak talepkâr rol için elinden gelenin en iyisini yapan Bullock, filmin yapım sürecinde yönetmen Cuaròn ile karakterin gelişimi ve filmin alt metinleri üzerine sürekli konuşmuş.  Bu yoğun işbirliği kesinlikle hissettirmiş kendini ekranda. Birçok sahnede çok kısıtlı rol yapma şansı bulabilen Bullock’un, nefesi ve gözleri ile de karakterin içinde bulunduğu zor durumu canlandırabilmiş olması, rolünü iyice sindirmiş olduğunu gösteriyor. Cuaròn, oyunculuğu iyi ellere teslim ettiğinden emin olmuş. Gravity’i heybetli bir seyirlik yapan öğelerin arasında işlediği temalar, nefes kesen uzay manzaraları  ve bunları en şık sinematografik şekillerde sunması var. Uzayın vaat edebileceği felaket ve fırsatların üzerine düşünmek; zorlu durumlardan sonra yeniden doğuş üzerine kafa yormak; uzay-insan ilişkisine doğanın vahşi kanunlarını merkeze alarak yeni bir bakış atmak; Gravity üstüne bilim-kurgu türünün klasikleşmiş filmlerini hatırlamak ve türün muhteşemliğine hayran kalmak…  Bunların hepsinin yanında elimizde karakter etrafında dönen psikolojik gerilim var. Bu da karakterin geçmiş hikâyesini, travmayla nasıl baş ettiğini –travmatik olaylar yaşadığı düşünülürse-, ne kadar gerçek bir insan olduğunun sorgulanması demek. Bullock’un karakteri Ryan Stone’un göze batan kusurları var. Filmin senaryosundaki aksaklıklar,  filmi sempatikleştirme çabasıyla yapılmış, göze batan, atmosferin yoğunluğunu seyrekleştiren diyaloglar çoğunlukla. Hollywood daha sessiz olmayı öğrenemeyecek sanırım. Hikâyeyi dolaysız anlatma, tembel izleyiciyi pohpohlama içgüdüsü ağır basıyor sektörde. Oysa seyirciye bırakılsa, biz çıkarsak karakterin aklından geçenleri… George Clooney’nin karakteri Matt Kowalski  de olmamış bir karakter hikâyede.  Deneyimli astronot Kowalski, Ryan Stone’a uzaydaki yaşam sınavında destek olsun diye hızlıca yaratılmış gibi duruyor. Gene de bu eksiklikleri dillendirmekle beraber, Gravity izlemesi çok keyifli bir film olmuş.

Bullock’u izlerken, Sigourney Weaver’ı ve Alien’daki Ripley rolünü ya da Kubrick’in 2001: A Space Odyssey’ini anımsamamak elde değil.  Tabi ki Gravity’nin 2001: A Space Odyssey’de var olan felsefi zeminle yarışması söz konusu değil; fakat yapılan göndermelerle türün severleri için değerli anlar yaratılmış Gravity’de.  Filmi sinemada izlemenizi tavsiye ederim.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder