Hayallerim, Delorean ve Sen: The Secret Life of Walter Mitty

13 Ocak 2014

The Secret Life of Walter Mitty

Ben Stiller'ı severim; fakat onu ne kadar ciddiye alıyorum? Sanırım, ünlü komedyenin yönetmenliğini üstlendiği son filmi The Secret Life of Walter Mitty'den (Walter Mitty'nin Gizli Yaşamı) sonraki projelerine daha fazla kulak kabartacağım. 2008'de yönettiği Tropic Thunder ile zamanında beni bir hayli güldürmüştü Stiller. Özellikle film içinde film kurgusundaki eğlenceli detaylar,filmin karakterleri ve sahte fragmanları ile bir dönem hakkında baya konuşmuştum. Gene de Stiller ve komedi bir aradaydı ve oyuncunun alışılagelmiş imajını genişletebilecek kuvvette değildi Tropic Thunder.


Ben Stiller'ın, Tropic Thunder'dan sonraki ilk uzun metraj sinema filmi The Secret Life of Walter Mitty olmuş. James Thurber'ın 1939'da yayınlanan aynı adlı kısa öyküsünden esinleniyor film. Ayrıca aynı kısa öykünün 1947 yapımı başka bir film uyarlaması daha bulunuyor. 1947 yapımı filmi hiç izlemediğim için iki film arasındaki farklılıklara değinemeyeceğim. Biz Stiller'ın filmine bir uyarlama olarak değil de tek başına sevimli bir sinema parçası olarak bakalım.

The Secret Life of Walter Mitty, yıllardır Life dergisinin fotoğraf departmanında çalışan Walter'ın hayatının nasıl değiştiğini anlatıyor. Ünlü fotoğrafçı Sean O'Connell, derginin son baskısı için -ki buradaki yazılı basının tehlike altında oluşuna gönderilen mesaj oldukça takdire şayan- çektiği son filmi yollar. Kapak fotoğrafı olmasını önerdiği pozun negatifi kaybolunca fotoğraflardan sorumlu Walter, kaybolan karenin peşine düşer. Seyirci de onunla beraber bir modern dünya macerası olarak anılabilecek yolculuklara katılıyor, Mitty'nin ona cesaret ve hayat aşılayan yolculuğundan ilham alıyor. Stiller, Walter Mitty'e oldukça sade bir şekilde hayat vermesine rağmen filmin bütününde kocaman -beyaz perdeye yakışan- bir karakterle karşılaştığınız izlenimine kapılıyorsunuz. Kuşkusuz bunda Walter'ın hayallerinde yaşayan kısmı ve bu kısmın onu plazalarda çalışan, hissetmeden iş ve ev arasındaki yolları arşınlayan diğer binlercesinin arasında farklı kılması da karakteri değerlendiriyor. Bu farklılık ilk bakışta göze çarpmıyor. Walter, diğer insanların renksiz varlıkları arasından sıyrılamıyor, hayallerinde aktif, süper güçlü, karizmatik iken gerçeklikte gri ve grinin tonlarındaki kıyafetleri ile sıradanlığın tipik bir resmini çiziyor. Walter Mitty bu grimsi dünyadan kurtulmaya çabalıyor. Biz de onun renklenişini izliyoruz ve kendi hayatımıza çektiğimiz paralellerde kurduğumuz rutinleri sorgular hale geliyoruz.
Daha önce bahsettiğim, yazılı basının tehlike altında oluşu üzerine eklemek gerekir ki hayaller de tehlike altında. The Secret Life of Walter Mitty sinemada çığır açmıyor, yeni teknikler ve fikirlerle hayretlere düşürmüyor; fakat sinemanın özünü hayattan alıp efsaneleştirdiği ve kendisinde muazzamlaştırdığı tüm hisleri seyircisine yansıtmayı büyük sözlere gerek duymadan başarıyor. Bu da sinema salonundan çıkışta tam bir "sinemadan çıkmış insan" yaratmaya yetiyor. Yeni yılda izlediğim ilk film olma özelliğine sahip ayrıca The Secret Life of Walter Mitty. İlham verici ve güzelim haliyle çok da yakıştı bu sembolik yere.



2 yorum:

  1. Walter'ın hayal dünyasından ve anlık dalgınlıklarının hayatındaki renklilik arttıkça azalması paradoxundan bahsetmemek ayıp olur :)

    YanıtlaSil
  2. Derginin son kapağını gördüpünde gözleri dolmayan var mı?

    YanıtlaSil