Hayallerim, Delorean ve Sen: Kasım 2015

23 Kasım 2015

Kapadokya Hikayesi II

Sabah alarmı 5:20'de çaldı. Göz kapaklarını açmak zor, battaniyenin sıcaklığından soğuğa adım atmak daha da zordu. Heyecanla balonları izlemeye Aşk Vadisi'ne gittik. Sabah ayazı derimin açık olan her bir parçasını acımasızca çimdikliyordu. Bir saate yakın dondurucu bir bekleyiş bize tüm ihtişamıyla doğan güneşi bahşetti fakat manzaranın büyüleyiciliğine renk katacak balonlar görünmedi. Ellerimiz donuyor, yüzümüz hissizleşiyordu. Rekor soğuklukta bir Nisan sabahında hayal kırıklığıyla kalakaldık. Tek tesellimiz güneş ışığının olduğumuz tepeye vardığında içimizi bir parça ısıtacağı umuduydu. Sabah güneşi yüzlerimizi aydınlattı; fakat ısıtmadı. Bir telefon konuşmasından sonra öğrendik ki şiddetli rüzgar nedeniyle uçuşlar iptal edilmiş. Şansımıza söve söve kahvaltı yapmaya, bir ince belli çayla ısınmaya koştuk. Günün ilk durağı Göreme Açıkhava Müzesi oldu. Müzede geçmişin şahane izleri bulunuyor. Bu izlerin çoğu Hıristiyanlığın geçmişine ait. Dini yaymak ve öğretilerini iletmek için koca bir site kurulmuş: şapeller, kiliseler, yemekhaneler...

Müzenin en ilgi çekici ve görkemli iki kilisesi önerilen yürüyüş rotasında son duraklar oluyorlar; biz kalabalıktan sakınmak adına ters yönde gezmeye başladık ve bu iki güzelliği taze bir zihinle inceleme şansımız oldu. Müze'den sonra Paşabağları'na yollandık. Peribacaları arasında yürüdük, çıktığımız tepeden karşıda uzanan İç Anadolu topraklarına hayran kaldık. Etrafta dolaşan onlarca insanın coğrafyayı keşfine şahit olduk, fotoğraf çektik. Kayaların neredeyse duyulabilen hikâyeleri vardı... Vadide yürümeye doyamıyordu insan. Açıkhava Müzesi'nden Ürgüp'e doğru giderken Devrent Vadisi'nde durakladık, deve şeklindeki peribacasına selam çaktık. Ürgüp'ün içinde dolandıktan sonra kendimizi Asmalı Konak'ta bulduk. Hey gidi. Alt avludaki televizyonda dizinin eski bölümlerini oynatıyorlardı. Ekrana bir bakış saniyelik zaman yolculuklarına sebep oluyordu. Bir sonraki durağımız otuz adım ötedeydi: Turasan Şarapları. 1943 yılında kurulan ve şu anda Türkiye'nin beşinci en büyük üreticisi olan firmanın şarap tadımını es geçmeyin. Damağımızdaki tat silinmeden Üç Güzellerin huzuruna çıktık. Erciyes Dağı güzellerin arkasında onları koruyor, kolluyordu. Günü Kızılçukur Vadisi'nde görkemli bir gün batımıyla sonlandırırken vadinin değişen renklerini izledik. Gün batarken o da surat değiştiriyor, geceye uzanırken bize çeşit çeşit oyunlar yapıyordu. Güneş Erciyes'i pembe renklere bulayarak gitti. Ardında içimizde sıcacık, mutlu bir melankoli bıraktı. Kapadokya büyülüyordu.


16 Kasım 2015

Kapadokya Hikayesi I

İstanbul’dan çıkarken hava yeni yeni aydınlanıyordu. Amaçlar bilindikti. Trafiği yenecek, günü kazanacaktık. Ankara’yı geçtikten sonra Tuz Gölü’ne uğradık. Göl göz alabildiğine uzanıyordu etrafa. Güneye doğru ilerlerken gölün açık kızıl, pembemsi bir renk aldığını gördük. Sonra öğrendik ki bunun sebebi bir tür su yosunuymuş. Direksiyonu Aksaray üzerinden Ihlara Vadisi’ne kırdık. Ihlara göz alıcı. Vadi boyunca kayalara oyulmuş onlarca barınak, kilise, mezar var. İçindeki duvar resimleri –sürekli insanlar tarafından tahrip edilmelerine rağmen- en iyi korunmuş kiliselerden olan Ağaçaltı Kilisesi’ni, Yılanlı Kilise’yi ve Sümbüllü Kilisesi’ni gezdik. Vadinin ortasından akan Menendiz Çayı boyunca topraklı kumlu taşlı yollarda yürüdük. Yeri geldiğinde taşların üzerinden atladık, doğal bir merdiven oluşturan düz kayaları tırmandık. Suyun sesi eşlikçimiz, vadi boyunca göğe doğru uzayan vadi duvarları koruyucumuzdu. Hava soğuktu. Acımasız bir Nisan günüydü. Burunlar karıncalanıyor, parmak uçları hissizleşiyordu. 14 kilometre boyunca uzansa da biz birkaç kilometreden sonra çay kenarına kurulmuş minik dinlenme tesisine varınca yürüyüşümüzü kısa kestik. Karşı kıyıya geçtik, su kenarında dizili masalardan birine oturduk ve içimizi ısıtsın diye bir çay, yanına da midemiz şenlensin diye gözleme istedik. Benim gözlemem leziz bir patatesli peynirliydi. Biz obur ve şenken ördekler etrafımızda dolanıyordu. Birden top top kar taneleri yağmaya başladı. Şaşırdık. İç Anadolu bizi böyle karşılamayı seçtiyse bu binlerce yıllık topraklara alınmak hakkım mıydı? Vadiden sonra Göreme Milli Parkı’na sürdük arabayı. Bir sokak arasındaki gösterişsiz ama konforlu otelimize yerleştikten sonra kalan son gün ışığını değerlendirmeye Uçhisar’a yollandık. İçimiz ısınsın, damağımız şenlensin diye Argos in Cappadocia’nın şömineli salonuna attık kendimizi. Ateşin karşısındaki koltuğa kurulduk, kahve ısmarladık. Kahvenin tadını çıkarırken mekândaki büyük Kapadokya kahve masası kitabının sayfalarında dolandım; bu büyülü toprakların tarihinin bolluğuna hayran kaldım, küçüldüm ve zaman çizgisinde ufacık bir noktadan ibaret oluşumu düşündüm. O sırada gün gitti, gece çaldı kapıyı. İyi geceler Kapadokya, dedim, sabaha görüşürüz.

12 Kasım 2015

Büyük Set Resifi | Great Barrier Reef

Bazen ufak sürprizler tüm bir günü aydınlatıyor. Geçen gün aylarca varlığını unuttuğum bir kullan-at makine çarptı gözüme. Filminde hangi anıların yakalanmış olduğunu bir türlü çıkartamadım. Film yıkanırken bir kahve içtim. Biraz okudum. En sonunda gözlerim fotoğraflara kavuştuğunda kalbim hızlandı: Avustralya. Güzellerin güzeli ülkeden kalmaydı fotoğraflar. Büyük Set Resifi'ni görmeye gittiğimiz günden. Şnorkelle yüzmüş, komik suratlı balıklara gülmüştük. Okyanus her taraftaydı ve her zamanki maviliğine mercanların, balıkların renkleri eklenmişti.
Büyük Set Resifi uzaydan görülebilen tek canlı organizma. Bu bilgi beni hatırladığım her sefer şaşırtıyor: Dünyaya bakan uzaylı gözlerin göreceği ilk canlı! Ne mutlu bize ki dünyadaki yaşam hakkında ilk izlenimi veren resif nefis kesici bir yapı. 2000 km boyunca uzanan bu doğa harikası eşsiz bir ekolojik sisteme sahip.

Balıklı, kumlu, sıcacık günlerle aramızda uzun bir kış var. Biz de içimizi fotoğraflarla ısıtalım, ısınalım.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Sometimes a little surprise can brighten up a whole day. Couple of days ago I found a disposable camera I entirely forgot about. Couldn't remember which moments were caught on the film inside. I took it to the shop to be developed and while waiting drank a cup of coffee, read a little bit. Soon my eyes met the photographs first time: It was Australia. The most beautiful of them all. From the day we went to see the Great Barrier Reef. We swam with snorkels, smiled at funny faced fishes. The ocean was everywhere and the colors of the reef system and fishes were added to its usual blue. 
The Great Barrier Reef is the only living organism that can be seen from outer space. This information surprises me each time it comes to mind: The reef will be the first living thing an alien will see! I find the thought lovely. That alien will surely be impressed by this breathtaking natural wonder. The reef is stretching for over 2000 km and it has a unique ecological system.

A long winter lays between us and the sandy days of summer. For now let me keep alive that summer feeling in photographs. I miss you Australia.

10 Kasım 2015

Wild

Cheryl Strayed’in 2012'de yayınlanan otobiyografik romanı Wild (Yaban) bizi Amerika’nın vahşi doğasına ve genç bir kadının iç dünyasına davet ediyor. Kitabın kurgusu güzel; geriye dönüşlerle hikayesini parça parça doldururken kalbini de attığı her adımla tamir eden Cheryl’in yolculuğu ilham verici. Bu kadının yaşanmışlıklarında ve cümlelere kurguladığı yolculuğunda insana dokunan pek çok şey var. Yıpranmış bir ruhla yürümeye başladığı Pacific Crest Trail (PCT) yürüyüş yolunda ayakkabıları eskir sırt çantasının altında ezilirken Cheryl kendini yeniliyor, iyileşiyor. Romanı okurken onunla üzerinde beraber yürüdüğümüz PCT ise son sayfadan sonra çok özleniyor. Yeniden çöllere, dağlara, krater göllerine dönesi geliyor insanın. Strayed, insan doğası ile vahşi doğayı zekice bir araya getiriyor.