Hayallerim, Delorean ve Sen: Kapadokya Hikayesi I

16 Kasım 2015

Kapadokya Hikayesi I

İstanbul’dan çıkarken hava yeni yeni aydınlanıyordu. Amaçlar bilindikti. Trafiği yenecek, günü kazanacaktık. Ankara’yı geçtikten sonra Tuz Gölü’ne uğradık. Göl göz alabildiğine uzanıyordu etrafa. Güneye doğru ilerlerken gölün açık kızıl, pembemsi bir renk aldığını gördük. Sonra öğrendik ki bunun sebebi bir tür su yosunuymuş. Direksiyonu Aksaray üzerinden Ihlara Vadisi’ne kırdık. Ihlara göz alıcı. Vadi boyunca kayalara oyulmuş onlarca barınak, kilise, mezar var. İçindeki duvar resimleri –sürekli insanlar tarafından tahrip edilmelerine rağmen- en iyi korunmuş kiliselerden olan Ağaçaltı Kilisesi’ni, Yılanlı Kilise’yi ve Sümbüllü Kilisesi’ni gezdik. Vadinin ortasından akan Menendiz Çayı boyunca topraklı kumlu taşlı yollarda yürüdük. Yeri geldiğinde taşların üzerinden atladık, doğal bir merdiven oluşturan düz kayaları tırmandık. Suyun sesi eşlikçimiz, vadi boyunca göğe doğru uzayan vadi duvarları koruyucumuzdu. Hava soğuktu. Acımasız bir Nisan günüydü. Burunlar karıncalanıyor, parmak uçları hissizleşiyordu. 14 kilometre boyunca uzansa da biz birkaç kilometreden sonra çay kenarına kurulmuş minik dinlenme tesisine varınca yürüyüşümüzü kısa kestik. Karşı kıyıya geçtik, su kenarında dizili masalardan birine oturduk ve içimizi ısıtsın diye bir çay, yanına da midemiz şenlensin diye gözleme istedik. Benim gözlemem leziz bir patatesli peynirliydi. Biz obur ve şenken ördekler etrafımızda dolanıyordu. Birden top top kar taneleri yağmaya başladı. Şaşırdık. İç Anadolu bizi böyle karşılamayı seçtiyse bu binlerce yıllık topraklara alınmak hakkım mıydı? Vadiden sonra Göreme Milli Parkı’na sürdük arabayı. Bir sokak arasındaki gösterişsiz ama konforlu otelimize yerleştikten sonra kalan son gün ışığını değerlendirmeye Uçhisar’a yollandık. İçimiz ısınsın, damağımız şenlensin diye Argos in Cappadocia’nın şömineli salonuna attık kendimizi. Ateşin karşısındaki koltuğa kurulduk, kahve ısmarladık. Kahvenin tadını çıkarırken mekândaki büyük Kapadokya kahve masası kitabının sayfalarında dolandım; bu büyülü toprakların tarihinin bolluğuna hayran kaldım, küçüldüm ve zaman çizgisinde ufacık bir noktadan ibaret oluşumu düşündüm. O sırada gün gitti, gece çaldı kapıyı. İyi geceler Kapadokya, dedim, sabaha görüşürüz.













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder